Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde büyük bir şehirde birbirinden farklı birçok insan yaşarmış. Bu şehrin mahallelerinden birinde kendi halinde bir aile yaşarmış. Bu ailenin Mustafa isminde küçük bir çocuğu varmış. Mustafa vaktinin çoğunu dedesiyle birlikte geçirirmiş. Dedesi ve Mustafa birlikte çok hoş bir vakit geçirirlermiş.
Günlerden bir gün yolunu şaşırmış bir güvercin bu ailenin evine misafir olmuş. Bu ailenin oturduğu evin hemen girişinde ince uzun bir ayakkabılık varmış. Mevsim sonbahar imiş. Hava serin ve ara ara yağmur yağarmış. Soğuktan korunmak isteyen güvercin, evin girişindeki ayakkabılığın en yüksek noktasına yuva yapmış. Yuvanın içinde güvercinin yavruları da varmış.
Güvercin zaman zaman yavrularına yiyecek bir şeyler getirmek için yuvadan uçup gidermiş. Geri döndüğünde ise getirmiş olduğu yiyecekleri gagasıyla yavrularına ikram edermiş. Bu durumu fark eden Mustafa şaşkınlıkla olup biteni izlemeye koyulmuş. Bir süre sonra dayanamayıp içeriden bir sandal alıp gelmiş. Ayakkabılığın olduğu yere dayamış ve sandalyenin üzerine çıkmış. Güvercin biraz ürkmeye başlamış. Mustafa tam elini güvercine uzatacağı sırada dedesi Mustafa’nın eline hafifçe vurmuş. Mustafa, dedesinin bu davranışı karşısında neye uğradığını şaşırmış ve hemen sandalyeden inmiş. Dedesi Mustafa’ya dönerek: “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez oğlum.” demiş.
Mustafa hemen o anda ne tür bir hata yaptığını anlamış. Dedesinden özür dilemiş ve bir daha böyle bir şey yapmayacağını söylemiş. Merhametin ne kadar önemli olduğunu kavramış. Tıpkı anne güvercinin yavrularına merhamet ettiğini bizzat gözlemleyerek merhametin hayvanlarda dahi olduğunu tespit etmiş. Merhamet dolayısıyla yeryüzünde iyiliğin hâkim olabileceğini ve dünyanın da daha yaşanılabilir bir hale gelebileceğini bir güvercinin muazzam davranışından bir çırpıda öğrenivermiş.