Uzak diyarların birinde kocaman bir krallık varmış. Bu krallıkta yaşayan Kral ve Kraliçe’nin çok sevimli bir prensesleri olmuş. Tüm ülkenin gözbebeği olan güzel prenses, saraydaki mutlu hayatında yaşamaya başlamış. Zaman geçtikçe ve güzel prenses büyüdükçe, aslında kendisini bu saraya ait hissetmediğini fark etmiş.
Görkemli davetler, eğlenceli balolar, resmi yemekler asla prensese göre değilmiş. Bu yüzden güzel prenses, vakit buldukça atı ile ormana gidiyor ve bu farklı dünyada kaybolana kadar zaman geçiriyormuş. Bir gün Kral’ın düzenleyeceği görkemli davetlerden birine katılmak üzere hazırlanan prenses, aslında bu davete gitmeyi hiç istemediğini fark etmiş.
Davet başlarken ortadan bir anda kaybolan prenses, yine atını almış ve hızla ormana doğru ilerlemiş. Gün batımı esnasında ormana yansıyan altın renkli güneş ışıklarının arasında kaybolan prenses, başına gelecek maceralardan da bihabermiş.
Atı ile ormanın derinliklerine doğru ilerlerken buz gibi suyu olan bir göl ile karşılaşmış. Burada durup dinlenmeye karar verdiğinde gölün karşısında atı ile dinlenmeye çekilen başka bir kız görmüş. Güzel prenses olanları anlamaya çalışırken, atı ile gölün karşısına geçmiş ve küçük kızın yanına gitmiş.
“Merhaba, ben karşı krallığın prensesiyim. Sen kimsin?”. Gölün karşısındaki küçük ve sevimli kız çok şaşırmış ve hemen kendisini tanıtmış, “Merhaba prensesim. Ben sizin krallığınızda yaşayan bir köylünün kızıyım. Buraya yiyecek bulmaya geldim.
Güzel prenses bu cevaba şaşırmış olsa da küçük kız ile yiyecek aramak istemiş. Hemen birlikte atlarını ormanın derinliklerine sürmüşler. Lezzetli meyveler ve şifalı bitkileri toplamışlar. Günün sonunda prenses krallığa döndüğünde başından geçenleri Kral ve Kraliçe’ye anlatmış. Kral ve Kraliçe köyde yaşayan bu aileyi bulup onlara bir sürü yiyecek ve altın vermiş.