Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde Keloğlan ve garip annesi küçük evlerinde yaşamlarını sürdürüyormuş. Günlerden bir gün Keloğlan çarşıdan dönerken parlak bir ışık görmüş. Işığa doğru yaklaştıkça ışığın gücü artıyormuş. Keloğlan ışığın kaynağına doğru ilerlemiş ve yerde bir fener olduğunu görmüş. Feneri eline alan Keloğlan, bu fenerin diğer fenerlerden başka olduğunu ilk bakışta anlamış.
Feneri alarak hızlı adımlarla evine dönmüş. Evinde feneri inceleyen Keloğlan fenerden yayılan ışığın farklı boyuta açılan bir kapı olduğunu anlamış. Gördükleri karşısında çok heyecanlanan aynı zamanda merakı gittikçe artan Keloğlan feneri bir masa üzerine sabitleyerek ışığın yansıdığı yere doğru adımlar atmaya başlamış. Işığın duvarla kesiştiği noktada yeni bir dünyaya açılan bir geçit olduğunu gören Keloğlan hiç tereddüt etmeden bu geçitten içeriye girmiş.
Bambaşka bir diyarda kendini bulmuş, hiç vakit kaybetmeden etrafı incelemeye başlamış. Merakına yenik düştüğü için başına gelebilecek kötü durumlar için de endişeliymiş. Etrafı incelerken büyükçe bir sandık görmüş. Bu sandığın kapağını zar zor açtıktan sonra bir de ne görsün sandığın içerisi altınlar ve mücevherler ile doluymuş.
Keloğlan sandığı da yanına alarak evine dönmenin planlarını yapmış. Fenerin ışığına doğru ilerlerken sandıkta bulunanlar ile annesinin hayatını ne denli kolaylaştıracağının hayallerini bile kurmuş. Işığın yansımasına geldiğinde ise burada kendisini bekleyen bir bekçinin olduğunu görmüş. Bu bekçi Keloğlan’a: “Eğer evine gitmek istiyorsan elinde bulunan sandıktakileri etrafındaki yoksullar ile paylaşma sözü vermelisin.” demiş. Keloğlan zaten özünde temiz yürekli ve iyilik sever bir oğlanmış. Bu durumu hemen kabul etmiş.
Evine döndüğünde annesine başından geçenleri anlatmış. Altınları ve mücevherleri etraflarındaki yoksul ve gariban insanlar ile paylaşarak hem kendileri hem de etrafındakileri için daha güzel bir yaşam oluşturmuşlar.