Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde büyük bir şehrin en ücra mahallesinin birinde güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Bu güzel kızın adı Leyla imiş. Leyla, güzel olduğu kadar oldukça sevimli bir kızmış. Ailesi, ekonomik anlamda oldukça zor günler yaşıyormuş. Leyla’nın babası gece gündüz demeden çalışıp çabalarmış. Fakat kazancı sadece karınlarını doyurmaya yetiyormuş. Babasını çok fazla göremeyen Leyla, bu durum karşısında oldukça çaresiz bir durumdaymış. Babası ile daha fazla vakit geçiremediği için de çok üzülüyormuş. Leyla uyurken babası çalışıyormuş. Leyla uyanıkken de genelde yorgun olan babası uyuyormuş.
Günlerden bir gün, gece karanlık çöküvermiş ve Leyla’nın uyku saati gelmiş. Annesi yatağını hazırlamış ve onu uyumak üzere yatağına göndermiş. Uyku, adeta Leyla’ya fısıldayıp duruyormuş. Göz kapaklarının açık tutmak için büyük bir mücadele içerisinde yer alan Leyla, artık bu duruma daha fazla dayanamaz olmuş ve gözlerini yummuş. Hemen derin bir uykuya dalmış. Gökkuşağı gibi rengârenk rüyalar görmeye başlamış. Hiç kimsenin olmadığı güzel mi güzel bir yer geziniyormuş. Doğa, tüm ihtişamıyla tam karşısında duruyormuş. Leyla, yol almaya başlamış alabildiğince. Kırların içinde gezinerek güneşin tadını çıkarıyormuş. Bu gezinti esnasında kulağına bir ses “Leyla” diye fısıldamaya başlamış. Leyla, önce biraz korkmuş ve hızlı adımlarla ilerlemeye devam etmiş.
Kırlarda gezinmeye devam eden Leyla, yine kendisine seslenen o tılsımlı sesi işitmeye başlamış. Fakat bu kez, kulaklarını tırmalayan kanat sesleri işitmiş. Hemen dönüp arkasına bakmış ve içinde hissettiği korku, yerini huzura bırakmış. Leyla, karşısında İyilik Perisini görmüş. İyilik Perisi, hemen ona elini uzatmış ve birden ortadan kaybolmuş. Leyla, birden uykusundan uyanmış ve hemen yatağının yanı başında bir kese altın bulmuş ve çok mutlu olmuş. Çünkü artık babasının daha fazla çalışmasına gerek bile kalmamış.