Ahmet küçüklüğünden bu yana hep yeni yerler görmek isteyen bir delikanlıymış. Yeni yerler görme isteği öyle fazlaymış ki üniversiteye gittiği günlerde dahi her tatilde farklı bir ülkeye gitmiş. Daha yaşı 28 olmasına rağmen onlarca ülkeyi gezmiş. Bir gün fark etmiş ki onlarca ülkeyi gezmiş olmasına rağmen henüz kendi ülkesinde görmediği daha çok fazla yer var. Bu defa Türkiye’yi gezmek için arabasına atlamış ve Türkiye’yi dolaşmaya başlamış. Yaz günü hava çok sıcakmış ve Ahmet artık araba sürmekten de yorulmuş. Torosların eteklerinde bir köyün yanından geçiyormuş. Sıcaktan bunalan Ahmet köye girmiş. Oturup soğuk bir şeyler içebileceği bir yer ararken Ayşe’yi görmüş.
Uzun boylu, narin yapılı, esmer güzeli olan Ayşe köyün en güzel kızıymış. Köydeki hatta çevre köylerdeki bütün erkekler Ayşe’ye aşıkmış. O ise hiç kimseleri beğenmiyor, evlenmeyi düşünmüyormuş. Ahmet güzelliğine hayran olduğu ve ilk görüşte aşık olduğu Ayşe’nin yanına gitmiş. “Merhaba ben Ahmet buradan geçiyordum ve çok susadım acaba bana bir bardak su verebilir misin?” demiş. Ayşe ilk defa Ahmet’in yüzüne bakmış ve bakar bakmaz da bu uzun boylu yakışıklı gence vurulmuş. “Elbette veririm evimiz şu ileride benimle gelirsen su içebilirsin.” demiş.
Ali ve Ayşe yan yana yürürken ikisinin de kalbi hızla çarpıyormuş. Ayşe’nin yanakları kızarmış heyecandan. Ali, Ayşe’nin verdiği suyu içmiş ve teşekkür ederek yanından ayrılmış. Ayrılmış ama aklını orada bırakmış. Arabasına binip biraz gitmiş ama aklından genç kızı çıkartamıyormuş. Hemen geri dönmüş ve kapılarını çalmış. Ahmet’in gitmiş olmasına üzülen Ayşe delikanlıyı kapıda görünce çok mutlu olmuş. Ahmet genç kıza duygularını söylemiş ve onun da kendine aşık olduğunu duyunca çok mutlu olmuş. Ahmet o günden sonra dünyayı gezmekten vazgeçmiş ve Ayşe ile birlikte o köyde mutlu bir hayat yaşamış.